
“Birisi geldi; bir dostun, bir sevgilinin kapısını çaldı; sevgilisi, kimsin a güvenilir er, dedi. Adam,’benim’ deyince, git dedi; şimdi çağı değil; böylesine sofrada ham kişinin yeri yok.
“Birisi geldi; bir dostun, bir sevgilinin kapısını çaldı; sevgilisi, kimsin a güvenilir er, dedi.
Adam,’benim’ deyince, git dedi; şimdi çağı değil; böylesine sofrada ham kişinin yeri yok.
Ham kişiyi ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir, ikiyüzlülükten ne kurtarabilir?
O yoksul gitti; tam bir yıl yollara düştü; sevgilinin ayrılığıyla kıvılcımlar saçarak cayır cayır yandı.
O yanmış yakılmış kişi pişti; olgunlaştı. Geri geldi, gene sevgilinin evinin çevresine düştü.
Yüzlerce korkuyla, yüzlerce defa edebi gözeterek kapının halkasını çaldı; ağzından edebe aykırı bir söz çıkacak diye de korkup duruyordu.
Sevgilisi, kapıdaki kim? Diye bağırdı.
Adam, a gönüller alan, dedi, kapıdaki ‘sensin’.
Sevgilisi, madem ki ‘ben’sin, gel içeriye gir, dedi.
Ev dar, iki kişi sığmıyor.”
*(Mevlana, Mesnevi‘den)